← TOBB ETÜ ANASAYFASI

RadtoETÜ

Türkiye'nin En Dinamik Radyo Kanalı

RadyoETÜ Haber

'Tuhaf' Bir Fitzgerald Öyküsü

Hiç Scott Fitzgerald’ı duydunuz mu? Kendisi Leonardo DiCaprio ve Carey Mulligan’ın başrollerini paylaştığı Muhteşem Gatsby kitabının yazarı ve 20. yüzyılın en önemli Amerikan yazarlarından birisi olarak kabul ediliyor. Bence bir fütürist ve amansız pesimist olan Fitzgerald romanlarında sürekli anlattığı baş döndürücü Amerikan eğlence hayatının kollarına kendini bırakmış gibi görünse de satır aralarında Büyük Buhran’ın yaklaşmakta olduğunu görebildiğini fark ediyorum ya da geriye dönüp baktığımda bana öyle geliyor. Belki de bu felaketi önceden görebildiği için eğlence hayatına bu kadar düşkündür ya da belki de yine bu felaketi önceden görebildiği için fütürizmine ve akıcılığına ithafen yakın dostu Ernest Hemingway ‘’ O en büyüğümüzdü.’’ der onun için. Yine bana ve bazı edebiyat çevrelerine göre Fitzgerald’ı ünlü yapan sadece fütürizmi ya da anlattığı eğlenceli hayat değildi. Biraz da yarattığı hikayelere kendisini ve çevresini kusursuz yerleştirebilmesiydi. Özellikle Gatsby karakteri ve yaşadıkları , sevgilisiyle ilişkisi biyografisine de bakıldığında yazarın hayatından ve hissettiklerinden yoğun izler taşıyor.

Ama Scott Fitzgerald'ın Hollywood sinemasında kazandırdığı tek yapım Muhteşem Gatsby değil. Hatta ondan da önce 2008 yılında Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi yazarın öyküsü olan The Curious Case of Benjamin Button’dan uyarlanmıştı ama hem filmi izlemiş hem de kitabı okumuş birisi olarak bana göre tema olarak Benjamin Button'ın Tuhaf Öyküsü filmi öykü'nün kendisinden o kadar farklı ki uyarlama değil de esinlenme demek daha doğru olur. Filmin ve Öykünün iki ortak özelliği var:

1- Baş karakterin adı Benjamin
2- Benjamin yaşlı doğuyor

Filmdeki Benjamin bir çocuğun zihni ve yaşlı bir adamın bedeniyle dünyaya gelip zamanla ruhen gelişip bedenen yaşlanmakta öyle ki 14 yaşına geldiğinde 70 yaşındaki ruhu ve zihni alzheimer hastası. Bu durum bana Oscar Wilde’nin ‘’ İnsan ruhu yaşlı doğar ve giderek gençleşir, bu yaşamın komedisidir. İnsan bedeni ise genç doğar ve giderek yaşlanır, bu ise yaşamın trajedisidir.” sözünde bahsettiği durumu ironik bir şekilde hatırlatıyor.

Ama Fitzgerald yazarken sanırım Oscar Wilde’den değil başka bir büyük Amerikalı yazar olan Mark Twain’den etkilenmiş ki Twain’in ‘’Hayatın en iyi kısmının başta , en kötü kısmının da sonda olması ne yazık!’’ sözünü tersine çevirerek yazmış öyküsünü. Gerçek yani kitaptaki Benjamin tamamen yaşlı bir adam içte ve dışta ve giderek gençleşiyor her anlamda . Üç yaşında puro içip ülke sorunlarını dedesiyle tartışabiliyor ; 70 yaşındayken ise 6-7 yaşındaki bilinci , görünümü ile torunu ile birlikte anaokuluna gidebiliyor ve film Benjamin’in aksine uyum sorunu yaşamıyordu. Onun için geriye akan tek şey zaman değil zihniydi de.

Film ile kitabı ayıran diğer önemli nokta ise Benjaminin aşkı. Hem filmde hem de öyküde yazarın deli divane aşık olduğunu düşündüğüm eşi Zelda ile olan ilişkisine benzer bir ilişki kurulmuş çift arasında. Filmde Benjamin Daisy’i ilk gördüğü anda aşık oluyor. Görünürde 80 ve 5 yaşında olan 2 kişinin aşkı elbette ki dışarıdan pek de masum görünmüyor ama aslında ikisi de zihnen çocuk . Zaman geçtikçe görüntü olarak ortada buluşup ruhen beraber yaşlanabiliyorlar ve ortak bir şeyi , zihinlerini , paylaşabiliyorlar. Bu da bende buruk bir mutluluğa sebep oluyor . Filmi izleyenler nedenini anlayacaktır. Kitap Benjamin içinse olay pek böyle değil çünkü Hildegarde’la , eşiyle , o 16 kendisi 50 yaşında iken tanışıyorlar. Hildegarde’a ilk görüşte aşık olan Benjamin onun güzelliğinden çok etkileniyor. Çok güzel başlayan ilişkileri Hildegarde’ın yaşlanması ve Benjamin’in giderek çocuklaşan zihninin Hildegard’a olan ilgisini yitirmesi ile bitiyor.

İşte en kalp kırıcı nokta bu : Hildegard ve Benjam’in hiçbir anlamda beraber yaşlanamıyorlar ve hayatları bir an için kesişip sonra tamamen farklı yönlere gidiyor. Hiçbir ortak noktaları kalmıyor zamanla.

Daha önce Fitzgerald’ın eserlerine kendisini yerleştirmesinden bahsetmiştik işte Hildegarde ve Benjamin bunun tipik bir örneği gibi görünüyor. Scott Fitzgerald ve eşi Zelda’nın da büyük bir aşkın bir araya getirdiği ama durmadan kavga eden bir çift olduğu söylenir. Hem filmdeki hem de kitaptakı kadın karakterlerin bazı cümleleri bizzat Zelda’nın günlüklerinden alınmış . Hatta Fitzgerald Zelda’ya tıpkı Benjamin’in Hildegarde’a dediği gibi ‘’ Golden Girl ‘’diyor.

Bence bu kitap zaman kavramının ve görünümün gücüyle alay ediyor çünkü Benjamin’in yaşlıyken bu absürd durumu o kadar da garipsenmiyor ama gençleştikçe özellikle de eşi tarafından aslında elinde olmayan gençleşme sorunu karşısında hiçbir şey yapmamakla ,yani kendi isteği ile gençleştiği gerekçesi ile, suçlanmaya başlıyor.

Filmi çok da sevmemiş birisi olarak ben kitabı kesinlikle tercih ediyorum. Ama bunun sebebi klişe kitap > film değil. ‘’Hayat döngüsü tersine dönerse ne olur?‘’ gibi çok zekice bir sorunun sadece bir aşk hikayesi olarak işlenmesi bana sıkıcı geliyor. Kitapta ise yazar bu soruyu alıyor ve muzip bir olay olarak bize sunuyor. Okurken ister istemez Benjamin’in kendisi gibi bir tane arkadaşı olsaydı bu kadar sıkıntı çekmeyeceğini düşünüyorsunuz. Bütün hikaye bana normal olanın neler olabileceğini düşündürttü ve bence Benjamin’i zor duruma sokan benzerinin olmamasıydı.

Kim bilir belki de herkes sadece Benjamin’in giderek artan gençliğini kıskanıyordu.


Deniz Perker

Pandemi’nin ilk “Yüz Yüze“ Konseri!
Haberin Devamı

Ülkemizde ve dünyada 2020’nin ilk aylarından günümüze dek süren Korona virüsle mücadele adına kapanmalara ve kısıtlamalara maruz kalanların yüzünü güldüren haber...

‘’Dreams’’ 43 yıl sonra müzik listelerinde!
Haberin Devamı

‘’İşte gidiyorsun, özgürlüğünün peşinde…’’

Bir Yıldız Daha Kaydı, Biz Fark Etmeden
Haberin Devamı

Djorje Balasevic bugün Covid-19 ile olan mücadelesine yenik düşüp aramızdan ayrıldı.